Fikri Mülkiyet Hukukuna Felsefi Yaklaşımlar

Bengi Baydan
3 min readApr 25, 2023

--

Yaratıcı endüstriler her çağda engeller ile karşılaşmış ve çoğu zaman ticaret gibi toplumu maddi olarak besleyen kavramların gölgesinde kalmıştır. Halbuki çoğu zaman toplumu oluşturan bireylerin motivasyonunu sağlayan yegane şey yaratıcı alanlardır. Bir insanın en mutlu olduğu an kendisini bir şarkıya kaptırdığı veya bir tuvali renk renk donattığı andır. Bir başka deyişle, insan kendisini en iyi ifade ettiği anda mutludur. Gelişen toplumlarda ise hukuk tam da bunu korumak ve teşvik etmek için çabalar. Bu yazımda, bir insanın kendisini ifade etme biçimi olan sanatın hukuki yansımasından, yani fikri mülkiyetten bahsedeceğim. Fikri mülkiyetin felsefi temellerine odaklanacak ve hukukun amacını irdeleyeceğiz.

Fikri mülkiyetin önem kazanması, tahmin edildiği üzere, Fransız Devrimi’ne dayanır. Fransız Devrimi ile döneme damga vuran “düşünce özgürlüğü” kavramı; sanatta da kendisini göstererek fikrin ürünleri de değerli kılmıştır. Böylelikle hukuk camiasında insanın fikri ürünlerine bir koruma sağlanması gerekmiştir. Günümüzde ise bu korumaya telif hakkı diyoruz.

Teoride kaybolmadan, fikri mülkiyet hukuku felsefi yaklaşımlarına değinmek istiyorum. Burada asıl soru, fikri mülkiyet hakkı neyi neden korur? Bu konuya 3 farklı bakış açısıyla yaklaşacağız.

1) Kişilik Teorisi (Personality Theory)

Kişilik teorisi, Kant ve Hegel tarafından desteklenen ve insanın ürettiği eserin aslında kişiliğinin yansıması olduğuna dayanan teoridir. Her ne kadar mülkiyet hakkına ilişkin olarak ortaya atılsa da zamanla fikri mülkiyet hukukuna uygulanabilirliği nedeniyle akademisyenlerin derinlemesine tartıştığı bir konu haline gelmiştir.

Bu teoriye göre; bir insan yıllarca çok şey deneyimler; tecrübeleri, tesadüfen karşılaştığı, öğrendiği, sevdiği, nefret ettiği şeyler neticesinde bir kişilik oluşturur. Aslında kişi, fark etmese dahi eserini yaratırken kişiliğini yansıtır. İşte hukukun korumaya değer bulduğu da o eşsiz kişiliğin yansımasıdır. Bu nedenle insan tarafından meydana gelen her eser biriciktir ve hukuken korunmalıdır.

2) Emek Teorisi (Labour Theory)

Emek teorisi de kişilik teorisiyle benzer olarak temelde mülkiyet hakkı için ortaya atılmış bir teoridir. Emek teorisinin ana kaynağı ise insan emeğidir. Öyle ki eser, kişinin emeğinin ürünüdür (“Fruit of Labour”). Tam da bu nedenle önemli ve değerlidir. Bu görüş, özellikle eser sahipliğinin belirlenmesi konusunda karşımıza çıkar. Örneğin; bir şiirin 4 kıtasını yazan kişiyle, şiire sadece 1 satır ekleyen kişinin emeği aynı derecede olmayacaktır. Bu örnekte emek teorisine göre 4 kıtayı kaleme alan kişi eser sahibi olmalıdır. Buradan hareketle, Emek Teorisine göre korunmaya değer olanın insan emeği olduğu açıktır.

3) Fayda Teorisi (Utilitarian Theory)

Ele alacağımız son teori olan Fayda Teorisi diğer teorilere göre fikri mülkiyet haklarına ekonomik bir bakış açısı getirir. Bu görüşün odak noktası sosyal refah ve bireysel teşviktir. Bir başka deyişle bu görüşe göre; kişi üretmek için sadece manevi motivasyonla yetinemez, kişiye maddi teşvik sağlanmalı ve bu sayede kişi daha fazla üretip ortak kültür havuzuna katkı sağlamalıdır. Bu katkı nihai amaç olan sosyal refah seviyesinin artmasına hizmet eder. Bu görüş özellikle mali hakların açıklanması ve uygulanmasında ön plana çıkmaktadır. Bireyin eser meydana getirirken önceliği maddi endişeler olmasa da maddi olarak tatmin olmadan daha fazla üretmek için enerji ve zaman bulması mümkün değildir. Buradan hareketle, Fayda teorisi hem toplumsal refahın yükseltilmesine hem de sanatçının teşvik edilmesine hizmet eder.

Özetle; farklı çıkış noktaları da olsa fikri mülkiyet hukuku insan düşüncesine ve düşüncenin yaratıcı özgün bir şekilde vücut bulmuş haline değer verir. Bu amacın farkında olarak sistemi anlamak ve olayları yorumlamak hukukun amacına uygun hareket etmek olacaktır.

--

--

Bengi Baydan

Intellectual Property Law Consultant and Artificial Intelligence Enhusiast